top of page

Alemlerde Yolculuk

Haftanın günlerinden bir gündü, maddi-manevi hiçbir beklenti olmadan, dua amacı dahi gütmeden, yalnızca Allah rızası için yüz yetmiş defa Ayetel Kürsi’yi okumaya karar vermiştim. Mevsimlerden sonbahardı… Vakit, ikindi sonrasıydı…


Evde hiç kimse yoktu. Besmele çekip güzelce bir abdest aldım. Doksan dokuzluk ağaç tespihimi elime alıp “sır odasına” girdim. Divana uzandım. Gözlerimi kapayarak Allah’ın nurunu hayal edip dilim damağıma yapışık şekilde kalben Ayetel Kürsi’yi okumaya başladım…


Ayetel Kürsinin içerisinde ismi azam sırrı saklıydı, bunu biliyordum. Ayetel Kürsiyi okudukça Allah’ın aşkı tüm benliğimi kuşatmaya başladı… Garip şeyler oluyordu, Ayetel Kürsinin sekinesi, nuru her yandan beni kuşatıyordu, bunu bedenimde hissetmeye başlamıştım. Gözlerimi açmadım, Ayetel Kürsiyi okumaya devam ettim. Yüz Ayetel Kürsi bitmişti. Geriye, yetmiş Ayetel Kürsi kalmıştı. Ağır ağır, geriye kalan Ayetel Kürsiyi okumaya devam ettim...


Bulunduğum oda, Ayetel Kürsinin nuruyla kuşatılıyordu sanki… Bütün vücudumun Ayetel Kürsi nuruyla kuşatıldığını hissediyordum…


Sessizliği bozan tek şey, apartman sitesinin bahçesinde oynayan çocukların sesiydi. Ayetel Kürsiyi okurken yüce anlamını da tefekkür ederek okuyordum. Ayetlerin anlamı, dehşet verici güzellikteydi…


Yüzatmış Ayetel Kürsiyi tamamlamıştım. Geriye yalnızca on Ayetel Kürsi kalmıştı. Rabıta halinde Allah’ın nuruna teveccüh edip ayetleri okurken garip şeyler olmaya başladı. Son on Ayetel Kürsiyi de okuyup hatmi tamamladım. Yerimden kalkmadım… Gözlerim kapalı şekilde Allah’a teveccüh etmeye devam ettim.


Birdenbire tuhaf bir şey oldu. Tüm bedenim on santim eninde bir nur katmanıyla sarmalandı. Divanda sırt üstü uzanık bir haldeyken, saydam bir enerji her yanımı kuşattı. Ellerimi kıpırdatamıyordum. Gözlerimi açtım. Gördüklerim karşısında adeta nutkum tutulmuştu. Cismim odanın içinde bir metre kadar havada duruyordu. Sırt üstü uzanmış bir halde havada o şekilde duruyordum. İçimde korkudan eser yoktu. Bu hali, büyük bir şaşkınlıkla izlemeye başladım. Birdenbire yavaşça hareket etmeye başladım. Baş tarafım Doğu tarafına çevrildi. Divanda uzanıp yatar pozisyonda havada duruyordum. Kollarım bedenime yapışıktı. 


Çok yavaş bir şekilde baş tarafım, ev duvarından geçip dışarı çıktı. Sonra tüm gövdem duvardan dışarı çıktı. Çocuklar ve komşular beni bu halde görmesinler diye ödüm kopuyordu. Aşağıya baktım, site çocukları oyun oynuyorlardı. Artan bir hızla gökyüzüne doğru yükselmeye başladım. Bütün bedenim; renksiz, saydam bir enerji ile çevriliydi. Bu enerji, bir tulum gibi beni içine almıştı. Sanki enerjiden bir tulum içindeydim. Gözlerim açıktı. Bedenimi kesinlikle hareket ettiremiyordum. Işık hızından binlerce kat büyük olan bir hızla, ansızın uzaya doğru yükselmeye başladım. Samanyolu galaksi sisteminin dışına çıktık. Yatık bir haldeydim. Yükseliş baş tarafımdan oluyordu… Bu yolculuk anında tüm bedenim Allah aşkıyla yanıyor, tanımsız bir haz yaşıyordum. Allah aşkının hazzını, tüm hücrelerimde hissediyordum.  


Hızla giden bir tren penceresinden doğayı izler gibi yıldızlar arasından geçerek yükseliyordum. Burası neresiydi bilmiyordum. Bu yolculuk, bu aşk bitecek diye içimde buruk bir his oldu. Bu ilahi aşkla yanıp Allah’ta yok olmayı ve bir daha da dünyaya dönmemeyi diliyordum.


Yer yer, “Çevremi kuşatan on santim enindeki saydam ve renksiz enerji kalkanı olmasa helak olurum.” diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.  


Samanyolu galaksisinin dışındaydık, bambaşka bir gökyüzünün tam içindeydim. O gökyüzü, koyu laciverte çalan bir gökyüzüydü. Gökyüzünde tanımsız güzellikte parıldayan yıldızlar vardı. Dünya semasındaki yıldızlardan daha çok yıldız vardı. Buradaki evrende ay ve güneş yoktu… Zaman yoktu, mevsimler yoktu, haftanın günleri de yoktu… O yıldızların parıltısı ve laciverte çalan gökyüzü insanı büyülüyor; ruhani, sessiz, heybetli görselliğiyle ürperti veriyordu... 


Ansızın, lacivert gökyüzünün içinde durduruldum. Büyük bir hayranlıkla koyu lacivert gökyüzündeki yıldızlara bakarken ansızın dehşetli bir sayha oldu. On sekiz bin âlemde duyulan bir sayha...  Sayhayı atan Cebrail Aleyhi selamdı… Kendisini görmedim. 


Cebrail Aleyhi selam, Arapça lisanıyla Peygamber Efendimizi metheden şu salavatı haykırdı.

“Sallallahu ala (……………………) Muhammed!” Cebrail Aleyhi selamın sesi her cihetten işitiliyordu. Peygamber Efendimizin âlemlerdeki şanının ne kadar yüce olduğuna bizzat tanık oldum. (Cebrail Aleyhi Selamın okuduğu salavata, Delailü Hayrat dâhil hiçbir yerde rastlamadım…)  


Cebrail Aleyhi selamı görmedim; ancak sayhasını on sekiz bin âlemim her cihetinden işitilecek türdendi… Bu yolculukta; Allah katında, Peygamber Efendimizin ve Ayetel Kürsinin ne kadar değerli ne kadar şanlı olduklarına bizzat tanık olmuştum.


Sayhadan sonra, aynı hızla geri döndürüldüm. Allah aşkının hazzından tüm hücrelerim titriyordu. Bu aşkın hazzı nasıl mı? Bin kişinin cinsel ilişki anında aldıkları zevkin toplamı kadar diyebilirim…


Geriye dönüş başladı. Beni buruk bir his sardı… Keşke dünyaya hiç dönmeseydim, Allah aşkının hazzı ile sonsuza kadar yanarak yok olup ölüp gitseydim… 


Aynı hızla dünya evrenine doğru inmeye başladık. Evin duvarından bir bulutun içinden geçiyor gibi içeri girdim. Kendimi evin içindeki sır odasında buldum… Yüreğimde tanımsız binbir hüzün... Bitmeseydi keşke böyle, o aşkla ölüp gitseydim… Olmadı maalesef…


Her şey Allah’ın tasarrufundadır. Allah dilemezse yaprak kıpırdamaz. Bu yolculukta şunu anladım ki Allah katında Peygamber Efendimizin ve “seyyid” neslin şanı çok yüce… Bize bu anı yaşatan Âlemlerin Rabbi Allah’a zatının azameti kadar şükürler olsun. Salat ve selamın en güzeli Peygamber Efendimizin (sav) ve güzide ehlibeyt neslinin üzerine olsun… Amin.


Ferhat Saul Aaron

hizirlayolculuk.com

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page