top of page

Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Himayesinde

“Arşın ta yanında

Kutsal kitabın sayfalarını çeviriyor

Sırlar kitabının yeşil sayfalarını

Kimdir bu yüce zat bizi himaye eden?”


Evliyalar, ta çocukluk yıllarından bu güne, benim hep ilgimi çekmiştir. Çocukluğumda, yaşadığım beldenin tozlu topraklı sokaklarında oyun oynarken, karşı konulamaz bir ilhamla evlerden uzaklaşırdım. Bahçe aralarında; menekşe, sarı arı çiçeği toplaya toplaya dolanırdım… Bu gezintiye, ruhani bir el hep eşlik ediyor gibiydi... Elimde menekşe demetleri, bir çocuk olan ben, istemsiz bir şekilde gökyüzüne uzanan ulu kavak ağaçlarını izlemeye koyulurdum. Neyi hissediyor, neye bakıyordum? Bilemedim… Böylesi anlarda, yaprakların, cezbeyle salınan bir derviş gibi rüzgârda salınmasına, sonsuz Allah aşkı eşlik ederdi… O anlarda, bir iki dakika kadar olduğum yerde donakalırdım. Ellerimde çiçek demetleri, gökyüzüne uzanan ulu kavak ağaçlarına, onların salınan yapraklarına bakardım, tanımsız bir aşk içinde… Neyi hissediyordum? Anlatamıyorum… Gül suyu yağmurları tadında, tanımsız bir ilahi aşk sarardı beni… Öylesi anlarda, Allah aşkı, kalbimi tanımsız bir şekilde yakıp kül ederdi. O hazzı kesinlikle kelimelerle anlatmak mümkün değil…


Kerpiç evler, bağlar, bahçeler, dereler… Mutlu bir çocukluk yaşadım o beldede… Her şey çok güzel gidiyordu… Babam beni çok severdi. Evin en küçüğü olduğum için belki de… Oldukça sevilen, ele avuca sığmayan, yaramaz bir çocuktum…


Ben, dokuz on yaşlarındayken, babam ve annem Hac için başvurmuşlardı. Annemle babam birbirlerini tanımsız bir şekilde sevip sayarlardı. İkisi de çok asil insanlardı. Mutlu bir ailede büyüdüm… O gün, oldukça kalabalık bir topluluk otogarda babamları Hacca yolcu etmek için toplanmıştı… Annem otobüsteydi… Babam ise kendini yolcu etmeye gelenlerle kucaklaşıp vedalaşıyordu…


Kırlarda beni kuşatan o tanımsız manevi ruhani duygu durumu, beni otogarda da kuşattı… Alfabede yazılı olmayan bir dilde, kalbimde şöyle bir ses yankılandı: “Baban, Hacc yolunda rahmetli olacak… Ona, iyice bak… Son defa bak… Ellerini öp…” Gözyaşlarımı tutamadım… Babama, döne döne baktım… Birkaç defa elini öptüm… Babama her bakışımda, onu bir daha göremeyecek olmanın tanımsız hüznüyle kuşatıldım… Bir vedaydı bu…


Otobüs firması, babamları Hacca kaçak götürmüş… Babamların ise bu durumdan haberleri yokmuş… Firma sahipleri, o güne kadar hep Suriyeli askerlere rüşvet vererek sınır kapısından geçiyorlarmış… Gümrük kapısındaki görevliler değişince, otobüs firmasının kaçak yolcu götürdüğü anlaşılmış… Kendilerine Hac vizesi verilmemiş… Geri dönüş emri verilmiş… Babam; son derece onurlu, yiğit ve asil bir insandı… Bu durumu, onuruna yedirememiş… Anneme şöyle demiş:


“Dün gece Allah’a şöyle dua ettim. Ey Yüce Allah’ım ben Hacc’a gitmek niyetiyle yola çıktım… Bu, bana nasip olmadı… Benim canımı Hacc yolunda al… Beni geri gönderme… Bu duadan sonra dalmışım… Bir rüya gördüm… Yemyeşil ağaçlarla çevrili olan bir yolda yürüyorum… Gökyüzü, parıldayan yıldızlarla dolu… Gökyüzüne doğru uçarak yıldız kümeleri içinde kayboldum… Bir haftadan beri Suriye Halep’teyiz… İstisnasız olarak her gece küçük oğlum Ferhat rüyama geliyor… “Baba!” diye seslenip beni kucaklıyor… Yedi gün boyunca her gece rüyama geldi, bana seslendi… Bu çocukta garip bir hal var…”


Annem, rahmetli babama şöyle karşılık vermiş. “Üzülme, canın sağ olsun. Başka bir zaman yine geliriz…” Babam bu konuşmadan sonra abdest almış… İkindi namazını kılmak için mescide gitmiş… Cemaatle ikindi namazını kılarken secdede ruhunu teslim etmiş… Vasiyeti gereği Halep’e defnedilmiş… Mezarı belirsiz… Mekânı cennet olsun…


İlginç bir alınyazısı döngüsü… Babamın; baba tarafından dedesi, yetmişli yaşlarda, babaannesi ise altmışlı yaşlardaymış… Çocukları olmamış… Kör ocak olarak tanınıp bilinirlermiş…Bir gece Hazreti Fatıma Annemiz, dedemizin bir komşusunun rüyasına gelmiş… Sağ elinde kıpkırmızı, büyük bir elmayı kendisine doğru uzatıp  “Ben Hazreti Muhammed aleyhi selamın kızı Hazreti Fatıma’yım… Cenabı Allah (babamın dedesinin adını söyleyip) kendisine bir erkek evlat verecek. Bu elma, erkek çocuğun müjdesidir. O erkek çocuğun beşareti şudur: İri gözlü olacak, uzun kirpikli olacak… O çocuğun adını ben, Seyyid Ahmet koyuyorum. Çocuğa bu ismi versinler… Bu rüyayı git kendisine müjdele…” demiş.


Dedemin komşusu, gece yarsı heyecanla uyanıp müjde için dedemin kapısını çalmış… Olanları büyük bir heyecanla dedeme anlatıp müjde vermiş… Dedem komşusuna “Hazreti Fatıma’ya canımız feda; ama benden de halandan da geçti çocuk olamaz bu yaştan sonra…” demiş. Bir ay geçmeden babamın, babaannesi mucize bir şekilde hamile kalmış… Zamanı gelince de sağlıklı bir şekilde doğum yapmış… Bir erkek çocuk dünyaya getirmiş… Babamın dedesi çocuğu isteyip gözlerine ve kirpiklerine bakmış… Gözleri, ceylan gözü gibi iri iri, kirpikleri upuzun… Babamın dedesi bunu görünce tereddüt etmeden çocuğun adını Seyyid Ahmed koymuş…  Çok ilginçtir ki babam dokuz, on yaşlarındayken babası Yemen’e savaşa gitmiş… Orada şehit düşmüş… Yeri yurdu belirsiz… Babam da yetim büyümüş… Ben de aynı babam gibi yetim büyüdüm… Babam da tıpkı babası Seyyid Ahmed gibi Arap topraklarında ve yeri yurdu belirsiz… Sırlı bir alınyazısı döngüsü… Sonsuza kadar nur içinde yatsınlar…


Üniversiteyi bitirip iş hayatına atıldığım yıllarda “hakiki bir mürşit” aramaya karar verdim… Ne hazindir ki kendilerini ziyaret ettiğim “evliya” sanılanların ve kendilerine biat edilenlerin neredeyse tümü şeyh değildi… Uzatmayayım. Hatay Dörtyol’da, Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı Hazretlerinin kerametlerini dinledim ve kendini ziyarete gittim… Amacım kendisinden el almaktı… Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı El-Nakşibendi kutbu zamandı… Çok büyük bir evliyaydı… Denizde alabora olan balıkçıları kurtarıp sahile çıkarmasından, trafik kazası anında bir çocuğu temessül edip kurtarmasına kadar yüzlerce kerameti vardı… Yani gerçek bir kutbu zaman”dı… Hatay Dörtyol’daki dergâhındayız… Karşı karşıya oturuyoruz… Saygılı, edepli bir şekilde kendisine biat etmek istediğimi söyledim… Tebessüm ederek “Sana kurban oluruz, senden iyisini mi bulacağız, hay hay dedi…” Gözlerini kapayıp murakabeye daldı… Cismi orada kendisi ruhani yolculukta… İki üç dakika o halde öylece kaldı… Daha sonra gözlerini açıp şaşkınlık ve hayretler içinde bana bakıp “Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri benim önüme çıktı. Sizi bize vermiyor. Bana ‘Sen çekil aradan… Ona, ben bakıyorum’ dedi…”


Bu, çok büyük bir müjdeydi benim için… Şeyh Ömer Ziyaeddin Bölükbaşı Hazretleri, bu hadise sonrasında, bana çok büyük bir hürmet ve şefkat gösterdi… İnşaat halindeki camiyi gezdirdi. Bu camiye gelen “hilyeyi şerifin ”manevi öyküsünü anlattı… Hayatta olduğu zaman diliminde de bizi sürekli telefonla arayıp hal hatırımızı sordu… Kendisini saygı, sevgi, şükranla anıyorum… Ruhu şad olsun…


Rahmetli annem çok asildi, bir o kadar da sırlı bir kadındı… Bu hadiseler sonrasında kendisine benimle ilgili manevi bir hal yaşayıp yaşamadığını sordum… Bana şunları anlattı… “Baban Hacda rahmetli olunca emekli maaşıyla huzur içinde geçindik… Ev yıkılmaya yüz tutunca, evi yıkıp yeniden yapmak zorunda kaldık… Sen ilkokula gidiyordun… Ev inşaatına yapılan harcamalardan dolayı elimiz oldukça daraldı… O günlerde, sana okul harçlığı veremez olmuştum… Bir anne olarak buna çok üzülüyordum…  Yine böylesine üzüldüğüm günlerin birinde, bir el avluludaki havuzun başına ‘şın’ diye ses çıkaran iki buçuk lira bozuk para bıraktı… O parayı alıp sana okul harçlığı olarak verdim. İstisnasız olarak tam üç yıl boyunca her gün sana para bırakıldı… Daha sonra da elimiz genişe çıktı… Bu sırrı, yüz yaşındaki komşu bir kadına söyledim… Sırrı söylediğim için bir daha da para koyulmadı… (Ben, o yaşlarda, ne zaman serinlemek için ayakkabılarımı çıkarıp derede yürüsem, acayiptir, bu derede hep bozuk para bulurdum. Hem de avuç avuç… O paralarla, akarsuda, kasa içinde soğutulan gazozlardan alıp içer, dondurma alıp yerdim… Buz gibi gazozlardan içmenin ve dondurmaları yemenin hâlâ o lezzetini unutamıyorum…)


Vakit gelince, Gavsül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine biat ettim… Onun tarikat zikrini yapmaya başladım… Kendimi sağlam bir kale içinde korunur halde buldum… Gavsül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine bağlandıktan sonra, dünyadaki evliyaları sevip saymama karşın, hiçbirine boyun eğmedim… İstesem de bunu yapamazdım… Bu, Gavsül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin manevi elleri altında himaye olmanın ve onun tasarrufu altında bulunmanın bir sırrıdır belki de… Neden böyle? Bilemedim...


Gavsül Azamın himmetiyle, bilgiden yana her nereye yönelsek, o bilgileri, bütün sırlarıyla kalbimizde bulduk… Kimi kalpten sevdiysek, onu nurlarla, esenliklerle kuşatılmış, sevimli bir halde gördük… Haddini aşıp bize düşmanlık edenlerden her kime nefretle baktıysak, kendilerini, bunalım ve felaketler içinde çer çöp gibi savrulurlarken gördük…


Gavsül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri bir şimşek gibi erişiyordu… Bizlere düşmanlık etmeyi, bizlerle çatışmayı kendilerine ilke edinen onlarca kişi Gavsül Azamın sillesini yiyerek feci bir şekilde can verip bu dünyadan göçüp gittiler…


Gavsül Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin vefat eden müritlerine ve onların yakınlarına Allah’ın izniyle eriştiğini biliyordum… Bu duruma bizzat tanık oldum… İki abimi ve annemi kaybettim… Vefatları anında, Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri, ruhaniyatıyla üçüne de himmet etti… Annem ve iki abim, üçü de kelimeyi şahadet getirip gülerek ruhlarını teslim ettiler… Nur içinde yatsınlar. Kendilerini, şükranla anıyorum…


Salat-u selamın en güzeli Efendimizin, Fatıma annemizin; hakiki seyyid neslinden gelen velilerin, salihlerin ve salihaların üzerine olsun…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page