top of page

Sabır, seni de yakalar bir gün…

Velayet caddesinde yolculuk yapabilmenin bazı koşulları vardır, bunlara uymak gerekir. Kur’an ve sünnete uymak, büyük günahlardan kaçınmak, silsilesi sağlam olan bir velayet yolunda, yetkili birinin vesilesiyle el alıp Allah’a biat etmek ve önerilen tarikat virdini yapmak…


Velayet yollarında yolculuk yapabilmenin ilk koşulu biat alınan kişiye itaat etmektir. Bu, velayet yollarının en büyük temel koşuludur.


Nefsini terbiye etmek maksadıyla mürşidi tarafından kendisine verilen tuvalet temizleme vazifesini yerine getiren Mevlânâ Hâlid-i Bağdadi, nefsinin, önüne çekmek istediği gaflet perdesini, ihlâs, samimiyet ve teslimiyetle nasıl aştığını mutasavvıf büyükleri naklederler...


Hâlid-i Bağdadi, bir gün helâ taşlarını temizleme işinde bir hayli yorulmuştu. Nefsi, bir an onu zayıf bulup gönlüne birtakım vesveseler vermeye başlamıştı.


“–Ey Bağdat ve Şam diyarlarının eşsiz ilim deryası! Ey ağniyâ ikliminin Mevlânâ Hâlid’i! Deli mi, veli mi olduğu belirsiz bir kişinin sözüyle kalktın, nice yollar aşarak ta buralara kadar geldin. Hani aradığını buldun mu? Baksana ortada ne talim terbiye var, ne seyr u sülûk! Aylardır gece gündüz sana helâ temizletmekten başka ne yaptılar? Bu muydu senin aradığın ledünnî ilim?”


Bu tehlikeli iğvâ karşısında şiddetle irkilen Hâlid-i Bağdâdî, nefsinin, önüne çekmek istediği gaflet perdesini, ihlâs, samimiyet ve teslimiyet saikasıyla aşmış ve nefsine şöyle seslenmiştir.


“–Ey nefsim! Şayet mübarek hocamın verdiği şu şerefli vazifeyi minnet bilmeyip bir nefes bile ondan imtina edecek olursan, sana yerleri süpürge ile değil, sakalımla süpürtürüm!..” dedi.


Onun bu hâlini Abdullah Dehlevî Hazretleri, uzaktan tebessümle seyrediyordu. Bu hâdiseyle birlikte nefsinin son hamlelerini de mağlup eden Mevlânâ Hâlid ’in kovasını ve süpürgesini artık meleklerin taşımaya başladığını gördü. Ayrıca o ana kadar su taşımaktan yara içinde kalmış olan omuzlarından semaya doğru uzanan bir nur parıldamaya başlamıştı. Buna son derece memnun olan Hazret-i Pîr, bu müstesna talebesini yanına çağırdı:


“–Oğlum Hâlid! İlimde eşsiz bir mertebeye ulaşmıştın. Ancak onu maneviyatla tezyin etmen gerekliydi. Bunun için de nefs terbiyesi ve kalp tasfiyesine ihtiyacın zarurî idi. Yoksa nefsin seni gurur ve kibir bataklığına sürükleyip helâk edecekti. Elhamdülillâh ki, şu an nefsini ayaklar altına alarak kemâlâtın zirvesine tırmandın. Artık işini melekler görür oldu. Evlâdım! Kendilerine intisap etmiş olduğumuz seyyidlerimiz, şeriat, tarikat, hakikat ve marifete ermiş kimselerdir. Şimdi sen, bir müceddid olarak onların bir halkası oldun. Artık bütün iklimlerin irşadı seni bekliyor! Allah Teâlâ himmetini âlî eylesin!”[1]


Abdullah Dehlevî Hazretleri, hizmet, mücâhede ve çetin riyazetlerle vazifelendirdiği bu büyük talebesi ile bundan sonra sık sık halvet oldu. Hususi ve deruni dersler okuttu.


Daha beş ay geçmeden üstadı Abdullah Dehlevî Hâce ona huzur ve müşahede ehlinden olduğunu müjdeledi. Mevlânâ Hâlid, üstadının gözbebeği hâline geldi. Basit hizmetleri dahi büyük bir tevazu ile ifa ederek nefsini iyice küçük düşürüyor, ağır riyazetlerle nefsinin arzularını kırmaya gayret ediyordu. On ay sonra zamanının bir tanesi ve Hak dostlarının numune-i imtisali hâline geldi.


Nihâyetinde üstadı ona, Nakşibendi’ye, Kadiri’ye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çiştiyye tarîkatlerinde tam ve mutlak icazet verdi. Bunların yanında hadis, tefsir, tasavvuf gibi ilimlerde ve kendi hazırladığı hizb ve evradı rivayet etme hususunda icazet verdi. Sonra da kat’î bir emirle, memleketine gidip maneviyata susamış insanları irşat etmesini söyledi.[2]


Mevlana Halidi’yi neden örnek verdim? Edep ve adap yoksunu ikiyüzlü çakma sufilere bir ders olsun diye tabii ki de… (Yolda kalanların da sufilik adabını içselleştirmeleri için…)


Sufi olmayı hak etmedikleri halde, Allah katından birer rahmet olarak birçok kişiye biat verdim. Dil döndüğünce de kendilerine yolu kavratmaya çalıştım… Allah, üzerlerine rahmetini indirdi, pek çok sırlı olaylara bizzat tanık oldular. Allah, mucize denecek türden kendilerine pek çok burhan gösterdi… Ama bu, hep böyle gitmezdi… Âlemlere rahmet olan Peygamberimizin yanında, bolca münafık olduğu gibi bizim çevremizde de bolca ikiyüzlü, münafık çakma sufi vardı. Bunları çok iyi tanıyorduk… Sınamalar kaçınılmazdı… Öyle de oldu. Derken ardı ardına pek çok fitneler patlak verdi… Bu, fitnelere bağlı olarak da –ki içlerinde seyyid nesilden olan onlarca kişi de vardı- birer çer çöp gibi savruldular, Allah tarafından yoldan savrulup atıldılar. Yoldan atılanlardan pek çoklarının iki yakaları bir araya gelmedi, hayatları cehenneme döndü… Sosyal hayat içinde rezil, kepaze bir hayat sürmek kendilerine alınyazısı oldu… Allah, yüzlerini kararttı, burunlarını yere sürdü…


Âlemlerin Rabbi olan Allah, yüce Kuran ayetlerinde hep sabrı tavsiye ediyor. Biz de tüm çakma, fitne, ikiyüzlü çevrelerin yapıp ettiklerine onurlu bir duruşla hep sabrettik. Sabır sınırı on yıldı. On yılın sonunda sabra bağlı olarak da Allah’ın sille vurup perişan etmediği bir kişi hatırlamıyorum... Sabrın yakaladığı, zelil ve perişan ettiği nice hayatlar oldu. Aziz olan Allah, şiddetli bir şekilde intikam aldı. Ey ikiyüzlü çakma sufi! Bil ki bu yol iki şey içindir: “Allah’a gitmek ve ikiyüzlü münafık çakma sufileri zelil ve perişan etmek!” Takvim yaprağına bir işaret koy ve on yıl bekle…Bak ve gör ki neler oluyor?!


Yunus ne güzel söylemiş: “Bu yol uzundur, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var.” Bu uzun yolculukta; sevgiyle, saygıyla, kardeşçe, birlik beraberlik içinde yollarında tutunan, istişareye hakkıyla uyan güzel insanlara selam olsun…


Ferhat Saul Aaron

Hizirlayolculuk.com


Kaynak

[1] Bkz. Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, VIII, 185-186.

[2] Bkz. Abdullah Dehlevî, Mekâtîb-i Şerîfe, s. 83, no: 73; İbn-i Âbidîn, Sellü’l-Hüsâm, s. 322; İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 131.

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page