Göz bebeği sarı adam
Birkaç saatlik bir gündü. Genç adam, enerji dönüşüm kabinine girdi. Manyetik çekim alanından koruyan elbiseyi üzerine giydi. Bir tüy kadar hafiflemişti. Maddeyi enerjiye dönüştüren düğmeye dokundu. Göz kamaştırıcı bir lazer ışını, genç adamın bedenini taramaya başladı. Genç adam, ekrana yansıyan enerji bedenine baktı. Yedi katmanlı bir enerjiye dönüşmüştü. Düşünce gücüyle hedef konum bağlantısını açtı. Kaf dağını hayalledi. Beyin dalgalarını okuyan duyargalar, Kaf dağının konumunu ekrana taşıdı. Genç adam; mesafeyi düşündü, duyargalar, ekrana “yüz milyar yıl” yazdı. Büyük bir heyecanla, manyetik alan konumuna odaklanıp Kaf dağını düşündü. Ekranda “yüzüncü manyetik alan” yazısı beliriverdi. Sonra, manyetik alan dönüştürücü sistemine düşünce gücüyle komut verdi. Ekranda, “Dünya zaman dilimiyle on dakikalık mesafe” yazdı. Genç adamın etekleri zil çalıyordu. Yolculuğu başlat, butonuna beyin komutu verir vermez, enerji dönüşüm kabinindeki genç adam bir anda yok oldu…
Dünyanın manyetik alanından çıkmıştı. İç içe dürülü manyetik alan evrenlerini hızla geçiyordu. Yüzüncü manyetik evrene girdiğinde, kendini bir anda Kaf dağında buldu. Zaman ayarlı atom birleştiricilerin devreye girmesiyle cisimleşerek kırlarda yürümeye başladı.
Kaf dağının yamacındaki evlere gözü ilişti. Evlerin kapıları yoktu. Evlerin önünde mezarlıklar vardı. Göz bebeği sarı bir adamla karşılaştı. Adamın yanına gidip kendisini selamladı. Hoş beşten sonra, koyu bir sohbete koyuldular.
-Sizin atalarınız nerelidir?
-Dünyalı…
-Evlerinizin neden kapısı yok?
-Kapıya gerek yoktur; çünkü hiçbirimizin bir diğerine zararı dokunmaz.
-Mezarlıklarınız neden evlerinizin önünde?
-Hayatın gelip geçici olduğunu tefekkür etmek için.
-Sizlerde hastalık var mı?
-Pek ender…
-Neden?
-Hastalıklar genellikle günahların kefaretidir. Bizler ise nadiren günah işleriz.
-Göz bebeğiniz neden sarı?
-Ölüm tefekküründen. Ama bizde ölüm çok azdır, binde bir…
Genç adamın kol saati, geri dönüş alarm zilini çalıyordu. On dakikalık zaman dilimi, dolmak üzereydi. Genç adam görkemli Kaf dağına son bir defa baktı. Ansızın, bir ışık bulutuna dönüşüp gözden kayboldu. Kendini, bir anda enerji dönüşüm kabininde buldu. Manyetik çekim alanından koruyan elbiseyi çıkardı, üzerini giyinip oradan ayrıldı.
Genç adam, deniz sahilinde biraz yürüdü, sonra da bir banka oturup deniz dalgalarını izlemeye koyuldu. Martılar; gökyüzünde neşeyle kanat çırparak umutlarına uçuyorlardı. Deniz dalgalarının diline düşen sahiller, adeta güneşin tadını çıkarıyorlardı. Genç adam; yerinden kalkıp az ötedeki kafeye gitti, bir kahve aldı, tekrar banka oturdu, kahveye umutlarını dökerek onu iyice karıştırdı. Kahveyi yudumlarken, yanı başında ansızın bir adam beliriverdi. Gözlerine inanamıyordu. Bu, Kaf dağında gördüğü adamdı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutayazdı. Göz bebeği sarı adam, genç adamla hal hatır edip sordu:
-Sizin atalarınız nereli?
-Dünyalı...
-Neden evlerinizin kapısı var?
-Hırsızlar girmesin diye…
-Mezarlarınız, neden evlerinizden uzakta?
-Yaşadığımız hayatın tadı kaçmasın diye…
-Sizde hastalıklar neden çok?
-Doğal beslenilmediği için, belki de küresel hava kirliliğinden…
-Neden sizde ölümler fazla?
-Dünyadaki ömür kısa olduğu için her halde…
- Sizin göz bebekleriniz neden sarı değil?
-Şey… Genetik…
Derin bir sessizlik… Kaf dağından gelen adam, denize batmakta olan güneşi izliyordu, güneşe son bir defa daha bakıp bir anda ışık kümesine dönüşerek gözden kayboldu. Genç adam; yerinden kalktı, otoparka gitti, arabasına binerek evinin yolunu tuttu.
Aradan birkaç ay geçmişti. Genç adam, pencereden dışarıya bakıyordu, derin düşüncelere dalmıştı.
“Her şey bir enerji ve titreşim yasasıyla çevrili… Somut denen şey, bir başka evrende soyut… Bir evrenin soyutu, başka bir evrenin somutu… Bir gül gibi, iç içe dürülü manyetik evrenler... Her evren, kendi kanunlarına ve zaman ölçeğine tabii. Dünya dışı evrenlerde; bir gün, yirmi dört saat değil. Hafta, yedi gün değil. Bir yıl, on iki ay değil. Evrenler arası yolculukta, ışık hızına ulaşmış teknolojiler işe pek yaramıyor. Manyetik evrenler arası geçişi sağlayacak yeni bilimlere ve ileri teknolojilere gereksinim var…”
Genç adam; salona geçti, duvar piyanosunun başına oturdu, sevdiği senfonileri çaldı, bir müddet sonra yerinden doğruldu, kumaşı anılardan yapılmış olan pardösüsünü giyinip dışarı çıktı, arabasına bindi, sonra da enerji dönüşüm kabinine doğru yola koyuldu.
Yüzeyi düzgün ve pürüzsüz, bir tasın içi gibi içe doğru çukurlaşan içbükey düşüncelerini, beyninden çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı. Yüzeyi tümsek, çıkık ve kubbemsi dışbükey umutlarını eline alıp özenle beynine yerleştirdi.
Genç adamın, göz bebeği sarı adama soracağı bir şeyler vardı… Mart ayıydı, dışarıda lapa lapa kar yağıyordu…
Ferhat Saul Aaron
Hizirlayolculuk.com