top of page
Gavs’ul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin Yaşam Serüveni ve Kerametleri

KADERİNDE ÇOCUĞU OLMAYAN GELİN ve ŞEYH OSMAN NURİ HAZRETLERİ…

“Kurban, dört yıl oldu bu eve gelin geleli. Allah, bana ne kız ne de oğlan bir çocuk ihsan etti… Kayınvalidem gelip gidip bu sene de çocuğum olmazsa oğlunu evlendireceğini, üzerime kuma getireceğini sık sık söylemekte. Bu bölgenin insanları, çocuk olmayınca tekrar evleniyorlar. Ben öksüz büyüdüm, anam beni dünyaya getirirken vefat etmiş. Çok çileli bir ömür yaşadım gelin olana kadar… Şimdi de böyle bir sıkıntı ile karşı karşıyayım. Senin himmetine muhtacım. Allah için bana himmet eyle, kayınbabam senin dualarının Allah katında kabul gördüğünü söylüyor. Çok zordayım…”


Mardin/ Derik’te Mevla'nın şanslı kullarından olan Mehmet Ağa ve evladı iyali Sultanımızı evinde ağırlayarak, hem maddi hem de manevi sıkıntılarından arınarak büyük bir lütfa uğramışlardır. Şah-ı Evliya'nın himmet ve hidayet ile Maddi- manevi bataklıktan kurtulan Mehmet Ağa, bununla da kalmamış ve Efendi Hazretleri'nin hüsnü teveccühü ile hal sahibi aşklı bir dervişi olmuştur. Mehmet Ağa'nın evinde yaşanan manevi hal ve ahvaller, o bölgenin insanlarına da rahmet olmuştur; o gün o cemaatte bulunan insanlar da İslam'ın özü olan ilmi ledünden nasiplenmiş ve manevi ikrama mazhar olmuşlardır.


Sultanı Evliya, erkekler bölümünde sohbeti tamamlayıp cemaati yolcu ettikten sonra, Mehmet Ağa'nın hanesinden ayrılmak üzere hazırlanırken Mehmet Ağa, Efendi Hazretleri'nin gözlerine bakarak: “Kurban, destur var ise içeride hanımım, gelinlerim, bacılarım cemalinizi görmek isterler.” Diyerek Sultanımızdan izin istemiştir. Efendi Hazretleri, Mehmet Ağa'ya “Mehmet, bu gün bu ev halkı, Hakk’ın Rahmetine gark oldu. Çok latif ve nezih şeyler yaşadı. Sen de bu güzelliklerin oluşmasına canınla malınla vesile oldun. Allah, (cc) Peygamber Efendimiz senden ve emeği geçenlerden razı olsun, ben sizden razıyım.” Dedikten sonra “Buyursunlar, bacılarımızla da iki kelime hal hatır edelim.” Demesi ile Mehmet Ağa odadan hızla ayrılıp kadınların bulunduğu bölüme geçmiş ve kadınlara hitaben “Gelin Mevla'nın yeryüzüne tecelli ettiği nurunu görün. Ne müşkülünüz var ise sormayın içinizde saklı tutun. O Yüce insan hem müşkülünüzü söyleyecek hem de halledecek.” Dedikten sonra Mehmet Ağa önde, kadınlar da arkada içeriye girmişlerdir. Mehmet Ağa, Efendi'nin elini öpmüş, sırasıyla Ağa'nın hanımı ve diğer bayanlar Sultanımızın mübarek elini öpmüş ve yanına oturmuşlardır. Efendi Hazretleri: “Mehmet, bizim Ayşe Hanımı ve kızım Münire'yi niçin bu odaya davet etmedin?” diye sorunca Mehmet Ağa “Kurban, anamız ve ablamız akşam namazını kılıyorlardı. İnşallah namaz bitince onları da birazdan huzurunuza alırız.” diye cevap vermiştir.


Mehmet Ağa “Kurban, bizim örf ve adetlerimize göre bu akşam saatinde yemek yedirmeden sizi salmayız. Kerem eyleyin, akşam yemeğini yiyin daha sonra eve geçin.” deyince Efendi Hazretleri gülerek “Mehmet Ağa, cömert bir yaradılışa sahipsin! Sofran yerde; ama asıl gayen yemek yedirmek değil, beni biraz daha hanende tutmak, söz sohbet dinlemek. Suphanallah, Mehmet Fenafi şeyh makamına yükseldin. Bundan sonra bizsiz geçen her dakika sana bir sene gibi gelir.” Buyurunca, Mehmet Ağa ağlayarak “Kurban olayım bastığın topraklara Efendi. Seneden daha ağır… Sensiz geçen anlar ölüm gibi geliyor bana.” diye cevap vermiştir. Sultanımız, bunun üzerine kadınlara edeceği sohbeti akşam namazından sonraya ertelemiş ve akşam namazını eda etmek üzere Efendi'nin oğulları Arif ve Lütfi Efendi, Mehmet Ağa, kardeşleri, yeğenleri, oğulları ile cemaat olmuşlar ve bayanlar da arkalarında saf tutarak Efendi Hazretleri'nin imameti ile akşam namazını kılmışlardır. Namazın bitiminde, Sultanımız yemeğin hazırlanmasını ertelemiş ve sohbete Mehmet Ağa'nın büyük gelininin (büyük oğlunun hanımı) gönlünde derin yara açan müşkülünü söyleyerek söze başlamıştır.


Efendi Hazretleri, akşam namazını kıldırırken büyük gelin de arka safta namazın üstünde içinden şunları geçirmektedir. “Kurban, dört yıl oldu bu eve gelin geleli. Allah, bana ne kız ne de oğlan bir çocuk ihsan etti… Kayınvalidem gelip gidip bu sene de çocuğum olmazsa oğlunu evlendireceğini, üzerime kuma getireceğini sık sık söylemekte. Bu bölgenin insanları, çocuk olmayınca tekrar evleniyorlar. Ben öksüz büyüdüm, anam beni dünyaya getirirken vefat etmiş. Çok çileli bir ömür yaşadım gelin olana kadar… Şimdi de böyle bir sıkıntı ile karşı karşıyayım. Senin himmetine muhtacım. Allah için bana himmet eyle, kayınbabam senin dualarının Allah katında kabul gördüğünü söylüyor. Çok zordayım.” Diyerek namazın üstünde manen Sultanımıza dehalet etmektedir…


Efendi, geline hitaben: “Evladım, namazın içinde bunları gönlünden geçirdin, kalıbın namazda idi; fakat gönlün bunlarla meşguldü öyle değil mi?” Dediğinde, gelin mahcup olup önüne bakmış ve ağlamıştır. Sultanımız, bunun üzerine Mehmet Ağa'nın hanımına dönerek “Bacım, gelininde kusur yok, kusur senin oğlunda… Sen otuz defa oğlunu eversen çocuğu olmaz; çünkü oğlunun kaderinde ne oğlan ne de kız çocuğu var…” Buyurmuştur. “Yalnız, bu gün sen ve hane halkı canla başla gelen misafirlere Allah için hizmet ettiniz, her şey mükemmel oldu. Cenab-ı Hak, kullarına ihsan etmek için sebep arar… Rabbül İzzetin kuvvet ve kudretiyle inşallah.” Demiş, gelinden bir bardak su getirmesini istemiştir. Gelin hanım, suyu hızla alıp gelmiş ve Efendi'ye uzatmıştır. Sultanımız, bardaktaki suya Euzubesmele çektikten sonra derin bir nefes ile üfürmüştür. Suyu tekrar gelin hanıma uzatırken de şu kelam ağzından dökülmüştür: “Evladım, bu suyun yarısını sen, yarısını da kocan içsin. İnşallah-ı Rahman, üç çocuğunuz olacak. İkisi oğlan bir tanesi de kız. Seneye bu zamanlar ilk oğlan çocuğu dünyaya gelecek. Ona Şeyhimin adını koyun Ömer Ziyaeddin olsun ismi… Ertesi sene ikinci oğlan dünyaya gelecek, ona da Efendimin oğlu ve beni irşat eden Zat'ın ismini Necmeddin, koyun. Küçük oğlanın dünyaya gelişinden iki yıl sonra da, kız çocuğu dünyaya gelecek. Ona da benim kızımın adını koy, ismi Münire olsun.” buyurmuştur.


Bu olanlar karşısında Efendiyi ilk defa gören ve sohbetini duyan Mehmet Ağa'nın kardeşlerinin hanımı ve gelinleri, büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır ve kısa süren sessizlikten sonra Mehmet Ağa söze girmiş “Daha ne bekliyorsunuz, benim Efendime intisap etmeye.” demiş ve cezbeye gitmiştir. Efendi Hazretleri, kadınlara hitaben: “Hanımlar hayırlı bir ömür yaşayasınız inşallah; yalnız unutmayın ki sizler de dünya âleminde geçirdiğiniz günlerden hesaba çekileceksiniz. Size de din, iman lazım, hem de erkeklerden çok daha fazla; çünkü çocuklar aklı hayra şerre yetene kadar sizlerin yanında dizinizin dibinde oturuyorlar. Onlara dinini ilk öğreten sizler oluyorsunuz. Yaşamadığınız dini nasıl anlatacaksınız yavrularınıza?” buyurunca Mehmet Ağa'nın hanımı Kürtçe akrabalarına “Haydi daha ne bekliyorsunuz?” Diye çıkışmıştır. Kadınlar Türkçe bilmedikleri için Sultanımız onlara Kürtçe tespih tarif etmiş ve onlar da halkaya intisap etmişlerdir.


Mehmet Ağa'nın hanımı gülerek yarı mahcup bir ifadeyle “Kurban sen bizim dilimizi nerden öğrendin?” Deyince, Efendi Hazretleri gülerek “Cenab-ı Hak bu cana lütfetti, çok şey bağışladı. Bütün mahlûkatın lisanını öğretti… Bunun adına da lisanı hal derler.” buyurmuştur. Cezbe hali geçen Mehmet Ağa, hanımına: “Hadi artık bu kadar size yeter, Efendi yoruldu. Az dinlensin… Siz de yemeği hazırlayın.” dedikten sonra kadın erkek odayı boşaltmışlar, içeride Efendi Hazretleri eşi ve çocukları kalmıştır. Kısa süre sonra akşam yemeği hazırlanıp içeriye getirilmiştir. Ev sahibi Mehmet Ağa ve eşi hizmet etmek üzere odada kalmışlardır. Efendi Hazretleri, birlikte yemek üzere ağayı ve hanımını sofraya davet etmiştir. Mehmet Ağa: “Efendi, seni tanımadan evvel olsa idi bu hatayı yapar karşına oturur yerdim; ama bu gün bu mümkün değil…” demiştir.


Akşam yemeğinde Sultanımıza kahvaltı türü bir şeyler hazırlanmıştır. Efendi'nin sofraya davetini tarikat edebi gereği kabul etmeyen Mehmet Ağa ve hanımı, yemeklerini rahat yesinler diye dışarı çıkarken Sultanımız, ağaya hitaben: “Bu sofrada haram var! Haram karışmış!” buyurunca, Mehmet Ağa mahcup bir ifade ile “Kurban tamamı bizim evin… Dışarıdan bir şey almadık.” diye karşılık vermiştir. Sultanımız “Mehmet Ağa, komşunun tavuğu sizin kümese gelip doğurmuş… Hane halkı da onu sehven kümesten alıp pişirmişler.” diyerek sofradaki haşlanmış iki yumurtayı seçip ayırmıştır ve “Şu yoğurdu ve kaymağı da kaldır! Üç gün önce sizin sürüye komşunun bir koyunu karıştı. Hayvanları sağanlar da akşam karanlığında dikkat etmediler, o koyunu da sağdılar, o sütten yapılan yoğurt ve kaymak da haram!” deyince Mehmet Ağa ve hanımı çok mahcup olmuşlardır. Efendi Hazretleri: “Mehmet, dervişin boğazından haram lokma geçmez. Derviş, kılı kırk yaran insandır.” Demiştir.


Yumurtayı bitişik komşularına iade etmelerini ya da helallik dilemelerini istemiş, koyunun sahibinin kim olduğunu da kendilerine haber verip “Akşam, koyunu sahibine iade edin! Adam senden korktuğu için gelip senin sürünün içine bakamadı. Onunla helalleşmeden kesinlikle ne siz ne de evde hizmet gören işçileriniz bu yoğurdu yesinler!” buyurmuştur. Efendi Hazretleri'nin göstermiş olduğu bu keramet Mehmet Ağa'nın ve hane halkının maneviyatlarının artmasına vesile olmuş, aynı zamanda da dinimizin emri olan kul hakkına çok dikkat etmeleri ayan beyan vurgulanmıştır. O günlerde, bölge insanı şeriatın emirlerinden uzak yaşadıkları için Efendi Hazretleri nasıl hareket edeceklerini, nelere dikkat edeceklerini de bu vesileyle net bir kerametle ortaya koymuştur. Yemekten kısa süre sonra Sultanımız ve ailesi Mehmet Ağa'ya hizmetlerinden ötürü teşekkür etmiş ve evlerine dönmek üzere yanlarından ayrılmışlardır…


Makale; Gavsul-sakaleyn Es-Seyyid Şeyh Osman Nuri Hazretlerinin torunu Es-Seyyid Osman Nuri Ölmeztoprak tarafından, Şeyh Osman Hazretlerinin oğulları Es-Seyyid Muhammed Latif ve Muhammed Arif Ölmeztoprak’ın nakilleriyle kaleme alınmıştır.


Hizirlayolculuk.com

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page