top of page

DOLUNAY, MÜMİN KULUN KALBİ VE ALLAH’IN NURLARI…

“Gece gökteki aya bak, havuza aksetmiş aya bak… Her ikisi de başka başka… Milyonda biri farkındadır bu hadisenin. Biri hakikidir ki hayaldir, biri hayaldir ki hakikidir…” -Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman


Opr. Dr. Münir Derman yazıları… Eğer bu satırları okuyorsanız öyleyse sizi de benim gibi bolca tefekküre sevk ediyor demektir. Çok şükür ki, bugün hala ses kayıtlarına ulaşabiliyoruz. Allah buna vesile olan herkesten razı olsun.


Yine bir sohbetinde ya da yazısında okuduğum “Müslüman Dolunayda uyumaz, Seher vakti ne kervanlar geçer.” sözü çok uzun zamandır zihnimden, yüreğimden çıkmıyor. Bir ses bana sırrın Ay’da olduğunu fısıldıyor. 2016 yılından beri de Ay ile ilgili olarak okuyor, bolca tefekkür ediyorum. Allah dilerse, ederse o bilgileri de belki, bu kıymetli sayfalardan sizlerle paylaşmak nasip olur.


Ay’ın evrelerinin, Peygamber Efendimizin (SAV) hayatında belirgin vakitleri işaretlediğini görüyoruz. Efendimiz Şakkı Kamer hadisesinde, mübarek işaret parmağı ile ayı boşuna işaret etmemiştir elbet.


Kanaatime göre Ayın evrelerinin nüzul ile yakın bir fiziksel ilişkisi var enerji bağlamında… Nitekim Münir Derman’ın şu sözlerinde bunu görüyoruz:


“Kur’anı Kerimde  ‘de secde ayetleri vardır. Bu secdeler niçindir. Hikmeti nedir? Okuyan, işiten herkese secde emrolunmuştur, farzdır. 14 yerde secde ayeti vardır. Niçin 14 tür? Bunun da hikmeti ve mahiyetini anladıktan sonra bu adedin niçin 14 olduğu anlaşılır.”


Nacizane bu garip kulun fikri, 14  rakamının Ayın evrelerine işaret ettiği yönündedir. Kameri ayların 14. Günü Dolunaya karşılık gelir doğrusunu Allah bilir. Yanlış söylemekten Allaha sığınırım.


Münir Derman diyor ki…


“Secde ayetlerinin nüzullerinde:  Ay, gün, sabah, öğle, akşam. Gök Ayının Hilali… Dolunay küçülmeye başladığı zamanlarda ve gece yarısından sonra Süreyya yıldızının tam göründüğü saatlerdir ki, bunlar da nüzul ile alakalıdır.”


Tüm bunları okuduktan sonra Nur Suresi 35 Ayeti kerimenin bu bilgilere  işaret edebileceğini düşündüm ve paylaşmak isterim ki:


(NUR ALA NUR, DOLUNAY VE MÜMİN KULUN KALBİ, ALLAH’IN NURLARI) Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi kubbesinde bile,  Nur Suresi 35. Ayeti Kerimesi nakşedilmiştir.


Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. Yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara  misal verir; Allah her şeyi bilir.”


Ayetin sonunda Rabbimiz insanlara böyle misaller verdiğini buyurur. Öyleyse bize verdiği bu örnekler üzerine tefekkür edersek, yine Allah’ın hidayetiyle derin manalara erişebiliriz.


“Allah göklerin ve yerin nurudur.”


Burada sırasıyla önce gökten sonra yerden bahseder. Gökte ya da gökten gelen, nüzul eden yani inen Nur Allah’ındır. Yerin Nuru da O’nundur. Peki, ama yerdeki nur nerededir?


“O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Meśelu nûrihi kemişkâtin fîhâ misbâh.” Arapçasını buraya yazdım; çünkü sıra da önemli… Burada bir niş içerisinde bulunan bir lambadan bahsedilir. İslam âlimleri tefsirlerinde bu nişi göğüs kafesine benzetirler. Yani burada insanın kalbinden bahis vardır…


Lambaya gelirsek bu sıradan bir lamba değildir. Lütfen dikkat buyurunuz. Elektriğin ve bildiğimiz anlamda lambaların olmadığı dönemde bu örneği gözünüzün önüne getiriniz. MİSBAH herhangi bir lamba değildir. SABAH ile aynı kökten gelir ve gün ışığını yansıtan bir lamba olduğunu bize söyler. Peki, gün ışığını yansıtmak ne demektir? Geceleri bu nasıl mümkündür? Gün ışığı güneşin doğmasıdır. Geceleri güneş yoktur. Peki, onun ışığıyla yeryüzünü aydınlatan bir lamba ne olabilir? Biraz tefekkür ettiğimizde, bunun Ay olduğunu anlarız. Ay, özellikle de dolunay zamanları bir lamba gibi geceleri aydınlatır.


“O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir.”


Şimdi gökten yine arza gelelim. Misbah için Ay dedik. Yerde ise göğüs kafesinden bahsettik. Ve tabii kalpten. “O lamba bir billur içindedir.” Gökteki Lambanın karşılığı kalp ise burada bahsedilen Billur ya da Cam nedir? Bu bana  Perikart kesesini, yani kalbi tutan kalp zarı denen yapıyı anımsattı. Kalbimiz işte bu kesenin içinde bulunur. Bu kese iki katlıdır ve arada şeffaf bir sıvı bulunur. Yani Adeta bir camın içindedir. Suphanallah…


“O billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir. Doğuya da Batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur.”

Gökten arza geldik ve nihayet buluştuk. Kalp, camın içindeki bir lambaya benzetiliyor, hemen ardından yeniden göğe çıkıyoruz ve  inciye benzeyen bir yıldızdan bahsediliyor. Aslında burada nücm kelimesi değil kevkebun kelimesi kullanılıyor ki, bu aslında bahsedilenin yıldız olmadığını bize gösteriyor, çoğu çeviride yıldız olarak yazıldığını görsek de kevkebun aslında parıldayan demek. “Öyleyse  o cam da sanki inciye benzer bir parlayan  gibidir…” Burada sanki sırların ikincisi önümüze açılıyor. İnci ve incinin sırrı… İnci neye benzer? Lütfen gözünüzün önüne getiriniz. Dolunaya benzemez mi. Öyleyse burada Ayın herhangi bir evresindense, İnciye benzemesi münasebetiyle, dolunay evresine geçiriyoruz.


Rabbimizin bize misal verdiğini unutmadan okuyalım. Bize bu ayeti kerimede anlatılanın Onun Nurunun temsili olduğunu da unutmadan… O inciye benzeyen Parlayan, Doğuya da Batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. Yine burada, yüzyıllar öncesinin insanlarına da bizlere, gelecekteki nesillere de misal verildiğini hatırlayınız. Elektriğin henüz keşfedilmediği dönemde kuşkusuz kandiller ya da lambalar yağ ile yakılırdı.


Burada lambanın Doğuya da Batıya da nispet edilemeyen bir ağacın yağından yakıldığı bildiriliyor. Yeryüzünde hangi noktaya bir ağaç koyarsak koyalım kuşkusuz bir doğusu bir de batısı olacaktır. Çünkü güneş sabittir; ancak dünyamız hem güneş etrafında hem de kendi etrafında döndüğü için güneşi doğar ve batar görmekteyiz. Peki, ne doğunun ne batının bulunduğu yer neresidir? Bu dünyanın dışındadır elbet, burada olamayacağına göre… Bu da bizi uzaya götürür. Uzaya yükseldiğimiz zaman, bu dünyaya ait olan doğu ve batı kavramları ortadan kalkar ve bizi güneşin kendisine götürür. Yani Ayet buyurmaktadır ki Ay ışığını güneşten alır.


“Yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. O güneş ki kendisine ateş değmese bile ışık verir.


Nur üstüne nurdur. Kâinata sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım diyen Rabbimizin nuru, gökten nüzul eden ve kendisine ait olan nur ile birleştiğinde nur üstüne nur olur ve “Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir.” Öyleyse Dolunay vakitleri Allah’ın hidayetine ermek isteyen mümin kalpler, gönüller için en güzel geceler olmalıdır bu gecelerde uyumamalıdır. Bu da bizi Münir Dermanın Müslüman Dolunay geceleri uyumaz sözüne erdirir. Doğrusunu Allah bilir.”


İnci örneği ise sıradan bir örnek değildir. İnci Dolunaya benzediği kadar Müminin kalbine de benzer.


Münir Derman Diyor ki:


“İnsanda da, incide bulunan bir zerre hava habbesi gibi, ilahi bir lem’a vardır. Allah’ın emrinden olan Ruh ile birlikte cesede girmiştir.”


Gerçek inci bulmak çok ama çok zordur. Bir inci nasıl oluşur bakalım mı? Önce İncinin içine dışarıdan yabancı bir şey girer, istiridye onu dışarı atamayacağı için, etrafını sararak kendisini korumaya çalışır. Yıllar yılı sarar onu, ta ki bir inciye dönüşene dek. Bugün en kıymetli inciler açık arttırmalarda milyonlarca dolara, evet yanlış duymadınız milyonlarca dolara yani yüz milyonlarca liraya alıcı bulurlar ve genelde kraliyet mücevherlerini süslemişlerdir. Kültür incileri farklıdır, doğal değildir, tüp bebek gibi dışarıdan enjeksiyon ile istiridyeye bir madde verilir ve etrafını kaplaması beklenir, bu en az 10 yıl sürer ve sonunda yuvarlak bir incinin ortaya çıkma ihtimali yüzde beşi geçmez. Onun dışında bizim bugün inci olarak gördüğümüz her şey, çok meşhur Mallorca incileri dahi taklittir. Genellikle boncuklar boyanarak, inci görüntüsü verilir. Biraz boyasını sıyırırsanız, altından hakikati çıkar aslında inci olmadığını görürsünüz.


Münir Derman Diyor ki…


“Hakkın inciyi methetmesi, içinde bulunan bir parça hürmetinedir. İnci çok serttir. Kırılmaz ve kıramazsınız. Boyuna gerdanlık şeklinde inci takıp taşımak birçok hastalıklardan bilhassa kadını muhafaza eder. Yalnız gündüzleri taşımak ve  muayyen zamanlarda (Gök Ay’ına göre) aylarda, bazı aylarda taşımak doğru olmaz.”


Tatlı su incileri de vardır; ama en değerlisi tuzlu denizlerde yetişendir. İnci Müminin kalbini hatırlatıyor bana. Çokça tuzlu suyla yani Allah aşkıyla dökülen gözyaşlarıyla beslenmiş, sabırla yıllarca beklemiş… Nura kavuşmak için karanlıkta saklanmış bir Müminin kalbi. Bir gün bir Allah dostu gelsin de beni çıkarsın diye bekleyen mümin kalbi, pek çoğu görülmeden Allah aşkıyla yanan gönülleri... O gönüller ki inci gibi kıymetli, nadir bulunan…


Münir Derman Diyor ki…


“Diğer bir ayeti kerimede  “Ben insana Şah damarından daha yakınım.” buyurulur. Hakkın ibadete ihtiyacı yoktur. İbadet ile içlerindeki, benimle beraber bulunan o inciyi çıkarsınlar diyedir. Unutmayalım ki: İstiridye deniz dibinde, sabır ve kanaatle hırs ve ihtirastan, isyandan uzak, aza kanaat tahammül ettiği için, Allah içini inci ile doldurmuştur. Bunlara muti kalan insan, Aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez, itiraz tanımaz, temiz ve ahlaklı olur, Hakk’ın emirlerine boyun eğerse, Hak, onun içindekiyle, o kimseyi inci haline getirir…”


Allah göklerin ve yerin nurudur, nurun ala nur… Göklerin ve yer nurunun buluşması, Dolunay ve Mümin kulun kalbinin kavuşma vakti…


Öte yandan pek çok kadim kültürde, Dolunay ve inci arasındaki bağı anlatan efsaneler vardır. Bir inanışa göre istiridyeler Dolunay zamanı suyun yüzeyine çıkarlar, hafifçe kapaklarını aralarlar ve dolunay ışığını alırlar. Ancak dolunayda kapağını aralayabilmiş istiridyelerde, en güzel ve kıymetli inciler oluşur. Bugün Tahiti incisi adı verilen inciler, kültür incileridir ve Dolunay zamanı ekimleri yapay olarak gerçekleştirilir. Ve medcezir zamanları dikkatle takip edilir.


Münir Derman Diyor ki…


“Aziz Müslüman, Arifin denize benzeyen gönlü Med ve Cezir halindedir. Taşar çekilir, Taşar çekilir… Kamerin tesiriyle denizler taşlar çekilirler. Niçin Güneşin tesiriyle değil de Kamerin tesiriyledir?”


Yazımızı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu sözüyle bitirelim:


“Gayrete derece verilir

Mihnete hece verilir

Ne verilirse, gece verilir…”


Ayşe Nuvide Tulgar

Araştırmacı, gazeteci- yazar

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page