top of page

HAYATLA UYUM İÇİNDE OLMAK

Şair Özdemir Asaf bir şiirinde, “Kime sorsam, bir odası noksan…” diyor, kendine has benzetmesi ile… Herkesin bir şikâyeti, bir memnuniyetsizliği olduğunu belirtiyor. Çevrenize bakın, herkes şikâyetçi… Bu şikâyetleri sıralayacak olsak sabah olur. İnsanlara şöyle bir soru sorsak: “Çevrenizdeki insanlardan hiçbir konuda şikâyeti olmayan kimse var mı?” desek, acaba cevap alabilir miyiz? Bu neden böyle oluyor? Herkes kendine göre bir cevap bulabilir… Bana sorarsanız “şükürsüzlükten” derim. Şükretmeyen insanlarda isteklerin sonu gelmiyor. Bütün istekleri yerine gelse bile bazı kimseler yine şükretmiyorlar. Hep “daha” diyorlar. Daha, daha… Sonu gelmiyor. Şunu iyi bilelim ki doğan her insan birbirinden farklıdır. Bir atasözü vardır: “Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım.” diye. Gayet tabii çevremizdeki insanlar birbirinden farklı olacak. Bütün mesele insanları olduğu gibi kabul edebilmekte… Kendi gönlüne göre eş, dost, akraba arayanlar iyi bilsinler ki havalarını alırlar. Kendi gönlümüze göre insan ararsak o zaman asıl zararı kendimize vermiş olmaz mıyız?

Gerek öğrencilik yıllarımda, gerek memuriyetimde ve onu takip eden emeklilik yıllarımda anlaşamadığım hiç kimse görmedim. Daha doğrusu gönlüme göre insan aramadım. Karşıma kim çıktıysa ona saygıyla yaklaştım, edeple yaklaştım ve kendiliğinden aramızda güzel bir diyalog kuruldu. Gerek aile hayatında, gerek iş hayatında “Anlaşamıyorum.” diyen insanlara hayret ediyorum. Gayet tabii bir kimse gelin gittiği evde kayınvalide olarak, görümce olarak, birtakım yaşlı büyükler olarak farklı mizaçta, farklı yapıda insanlar görecek. Bunlar kim olursa olsun, önemli olan onlara sevgiyle, saygıyla yaklaşmak, edebin bütün inceliklerini göstermek. Onlar bizi sever, sevmez; beğenir, beğenmez, bu onların bileceği iş… Bizim vazifemiz onların duygu ve düşünceleri ne olursa olsun, daima saygılı olmak, edepli olmak… Aynı durum işyerleri için de aynen bahis konusu… Hep şunu düşüneceğiz: “Acaba amirlerimizin bizden istediği nedir? Nasıl bir davranış tarzı içinde bulunalım ki amirlerimizin beğenisini kazanalım?” İnternette bir sitem var. Her gün yurtiçinden, yurtdışından birçok mailler geliyor. Bazı kimseler diyor ki; “Çalıştığım müessesede en üstün ben olmalıyım.” Böyle bir iddia, kendiliğinden birçok huzursuzluğu da beraberinde getiriyor. Münakaşaları, kıskançlıkları getiriyor. Zorunlu olarak çevreyle bir uyumsuzluk, kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ne gerek var böyle bir iddiaya? Önümüzdeki işi güzel yapalım, temiz yapalım, çevreyle güzel ilişkiler kuralım. Bunlar yetmiyor mu? Hayat olayları karşısında aldığımız doğru veya yanlış tavırlara göre uyumlu veya uyumsuz oluyoruz. Bunlar da aslında bizim imtihanlarımız olmuyor mu?

Bir düşünsek, bizi çevrenin en üstün insanı olmak istemeye iten nedeni araştırsak, karşımıza koskoca bir nefsaniyetten başka ne çıkar? Bizim en kuvvetli düşmanımız kendi nefsimiz değil mi? Büyük Türk velisi Ahmet Yesevi Hazretleri, “Eller yahşi, biz yaman, eller buğday, biz saman.” der. Bir de şunu düşünsek, acaba biz insanların sevgisine layık mıyız? Yüce Peygamberimiz, her gece yatarken dua edermiş: “Allah’ım, beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsimle baş başa bırakma.” dermiş. Kâinatın en büyük insanı böyle dua ederken, bizim kendimizi nefsaniyetin kollarına bırakmamız ne ile izah edilebilir? Öteden beri hayret etmişimdir. Bazı kimseler, herkes tarafından sevilmek isterler. Bir düşünseler, buna imkân var mı? Kâinattaki hiç kimse, herkes tarafından sevilmemiş ki biz de sevilelim… Sonra sevgi olayı o kadar kolay mı ki? Rahmetli Hocam Münir Derman, “Şu gök kubbenin altında seni sevecek bir göz ara…” derdi. Yunus Emre de “Hepisinden iyisi bir gönle girmektir.” derken bu gerçeğe işaret etmiyor mu?

Önemli olan bir insanın her şeyden önce kendi iç dünyasında bir nizam, bir ahenk kurabilmesidir. Kendi kendisiyle sulh ve sükûn içinde olmayan bir insan, hayatla da uyum içinde olamaz. Bunun için, nasıl ki fırtınalı havalarda gemiler sığınacakları sakin bir liman ararlarsa insanların da buhranlı, bunalımlı, sıkıntılı günlerinde sığınacakları sevgi liman kalelerinin olması gerekir. Hayat olayları karşısında acaba İslâmî bir tavır takınabiliyor muyuz? Bir problem karşısında kaldığımız zaman, acaba “Peygamberimiz böyle bir durumda nasıl bir tavır takınmıştı, nasıl bir çözüm yolu bulmuştu?” diyebiliyor muyuz? Acaba hayata geliş nedenimizi, nasıl hareket etmemiz gerektiğini hiç düşündük mü? Çevrenizde kültürlü bildiğiniz insanlara bir sorun: “Hayat nedir? Yaşamak nedir? Varoluş nedir? Nasıl bir hayat yaşayalım ki sonunda pişman olmayalım? Son nefesimizin yaklaştığını görünce, ‘Eyvah, pişman olduk’ demeyelim?” Acaba kaçı bu sorulara doğru cevap verebilir? Ateist insanların zahiren mutlu ve huzurlu görünmeleri ne ifade eder? Onlar sadece kendi kendilerini kandıran zavallılardır. Fikret, bir şiirinde, “İnan Haluk, ezelî bir şifadır aldanmak.” der.

Hayata karşı takınılacak en büyük yanlışlardan biri de ön yargılarla hareket etmektir. Bir husus dikkatimi çekiyor: Günümüz genç kızlarından bazıları, ne pahasına olursa olsun ille evlenmek istiyorlar. Evet, evlilik çağına gelmiş bir genç kızın evlenip yuva kurmak istemesi çok normal; ama bunu bir fikri sabit haline getirip, “Ne olursa olsun birisiyle muhakkak evleneceğim.” demek ne dereceye kadar doğru olur? Ne yazık ki günümüzde boşanmalar her gün biraz daha artıyor. Bunun sebeplerinden biri de bu tür ön yargılar değil mi? Nikâh törenlerinde dikkat ediyorum, iki taraf da birbirinin ayağına basmak için çaba harcıyor. Ne kadar çirkin bir âdet… Şuur altında bir üstünlük iddiasından başka nedir ki bu çirkin adet… Ne lüzum var üstünlük savaşına? Önemli olan ilk günden itibaren el ele vererek tertemiz, pırıl pırıl bir hayat yaşamak değil mi? Rahmetli eşim Rana Hanımla nikâhımız kıyıldı. Sıhhiye, Cihan Sokaktaki evimize geldik. Daha kapıdan girmeden, “Rana gel, seninle bir mukavele yapalım.” dedim. “Şu anda yeni bir hayata ilk adımımızı atıyoruz. Diyelim ki şu andan itibaren bu evde ne senin dediğin olacak, ne de benim dediğim olacak. Yalnız Allah’ın ve Peygamber’in dediği olacak…” Kırk dört yıl, bu mukaveleye riayet ettik. Bir tek gün aramızda münakaşa olmadı. Eşler arasında bir üstünlük savaşı değil, sadece el ele verip bir yardımlaşma, hayatın getirdiği sıkıntıları, dertleri, sevinçleri paylaşmak esas olmalıdır…

Bir gün bir adam İmam Gazali’ye gider. “Efendim,” der, “Son nefesime kadar hayatımı çok güzel yaşamak istiyorum; ama cahil bir insanım. Uzun sözleri kafamda tutamam. Bana kısaca ne yapmam gerektiğini anlatır mısınız?” İmam Gazali, “Evladım,” der, “Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil.” Sadece bu söz bile insanın iki dünyasını birden cennet etmeye yetmez mi?

Hayatta her varlığın bir yaradılış sebebi vardır. Bir Fransız bilim adamı zaman zaman, “Allah’ım hayatta ne yarattıysan hepsi iyi, güzel. Ama şu fareler ne kadar pis, iğrenç mahlûklar. Bunları niye yarattın ki?..” diye düşünürmüş. Bir gece rüya görmüş. Yaşlı bir kimse, “Sen fareler hakkında araştırmalar yap ve sonra bulduğun sonuçları bir kitap halinde bilim âlemine sun.” Demiş. Bilim adamı, uzun araştırmalardan sonra şu sonuca varmış: “Fareler olmazsa tabiatın düzeni aksar.” Yazdığı bir kitapla bu gerçeği bilim âlemine sunmuş ve ondan sonra bütün hayatı sevgiyle kucaklayarak huzur içinde yaşamış…

Hayatla uyum içinde yaşamanın şartlarından biri de, sade, mütevazı, gösterişten, ihtirastan uzak, nezih, temiz bir hayat yaşamaktır. İnsanlar gösterişe, hava atmaya, çalım satmaya merak sardıkça hayatla uyum içinde olmaktan uzaklaşırlar. Yunus, “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı.” diyerek meseleye ne güzel ışık tutuyor. İhtiras sahibi kimseler hiçbir zaman hayatla uyum içinde olamazlar. Elindekiyle yetinmek, sahip olduğu imkânlara rıza göstererek ayağını yorganına göre uzatmak, haddini bilmek ne güzel meziyetlerdir...

Hepimizin günleri sayılı… Hiçbirimiz sabaha çıkacağımızı bilmiyoruz. Hâl böyleyken bu kırgınlıklara, küskünlüklere ne lüzum var? Yunus, “Seni deli eden şey yine sendedir sende…” der. Oysa bugün pek çok insan mutsuzluğunun, huzursuzluğunun sebebini hep karşısındaki insanlarda arıyor. Öyle bir hayat yaşayalım ki, kalbimizi ve kafamızı kinlerden, düşmanlıklardan, nefretlerden, intikam duygularından koruyalım. Tek istisna olmadan yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri Muhammedî bir aşkla kucaklayalım. Yunus, bir başka şiirinde ne güzel söylüyor:

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”

O halde ne bekliyoruz?


Sabri Tandoğan

Yargıtay Emekli Hâkimi

Opr. Dr. Hüseyin Münir Derman’ın Talebesi

© Hizirla Yolculuk 2021-2023
bottom of page